11 Aralık 2014

Mesele gerçekten Osmanlıca mı?

Değişmeyen bir taktik var. Her hafta medyada yeniden, yeniden yandaş ve karşıt sayımı yapılıyor.

Ak Parti sürekli aynı şeyi yapıyor. İkili bir dil kullanılıyor. Söylenenlerin, tartışılanların iki anlamı var. Söylenen bazen içeriğe dair bazen de biçime, siyasete dair. Bazen de meşru bir gerekçeden yola çıkarak başlatılan tartışmaya “yüz yıllık parantezin kapatılması” hedefi giydiriliyor.

Osmanlıca tartışması da böylesi çift dille yürütülüyor. Osmanlıca dersi mi konuşuyoruz, yoksa seçime yönelik gerilim siyasetini mi? Bir yandan Osmanlıca eğitiminin masum ve haklı görünen gerekçeleri söyleniyor, öte yandan “isteseniz de istemeseniz de yaparız” deniyor ya da “Türkiye yüz yıl sonra başladığı mücadeleyi kaybetmiş olacaktır” yazılıyor.

Değişmeyen bir taktik var. Her hafta medyada yeniden, yeniden yandaş ve karşıt sayımı yapılıyor. Her hafta yeni bir başlık altında Ak Parti yandaşı ve karşıtı yazarların, yorumcuların pozisyonlarını bir kez daha ilan etmeleri sağlanıyor. Saflar sıklaştırılırken, karşılıklı olarak yalnızlaşılıyor, ıssızlaşılıyor da bir yandan. Diğerlerinin ne düşündüklerini anlamanın, ilişki ve diyalog zeminlerini çoğaltmanın ve hatta yalnızca yan yana, yüz yüze durabilmenin bile yanlış olarak algılanacağı bir psikolojik iklim oluşturuluyor. Böylece de hiçbir mesele kendi dinamikleri, boyutları, niteliği içinde tartışılmadan sürekli bir kutuplaşma ve kimlik siyasetini güçlendirme taktiğine dönüşüyor.

Eğitim şurası kendi başına ciddiyetle ve kapsamlıca tartışılmayı hak ediyor. Gündeme yalnızca turizm meslek liselerinde alkol servisi eğitiminin kaldırılması, zorunlu din dersinin birinci sınıflardan başlaması, Osmanlıca eğitimi önerileriyle gündeme gelen bir Şura’yı hak ettiğince tartışmayalım mı? 

Şura kararları yalnızca öneridir, doğru. Bu önerilerden çok daha kapsamlı bir eğitim reformuna ihtiyacımız olduğu açık. Hangi uluslararası standartla karşılaştırırsanız karşılaştırın eğitim sisteminin kalitesi ve sonuçları ortada. Şura’da buna dair hiçbir tartışma ve öneri yapılmamışsa, fen bilimlerin de, matematik de, bilgisayar ve internet kullanma becerilerini, muhakeme yeteneğini kazandırmak, öğretmenlerin niteliklerini geliştirmek gibi hiçbir konuda tartışma ve öneri yoksa, içerik kadar niyet tartışması da kaçınılmaz olur.

Osmanlıca öğretilmelidir, isteyen de öğrenebilmelidir. Nitekim öğretiliyor da... Osmanlıca’nın zorunlu ders olduğu liseler ve fakülteler var. Öyleyken buralardaki eğitimin niteliği ve sonucu ortada. Hala okunamayan, hatta tasnif bile edilip edilmediği belli olmayan milyonlarca belgelik arşivlerin hali biliniyor. Dolayısıyla Osmanlıca eğitiminin niteliği üzerine yapılması gereken bir dolu iş var. Osmanlıca eğitecek insanların yetiştirilmesi de dahil. Osmanlıca’dan daha geniş perspektifte baktığımızda tarih derslerinin değişmesi, tarih bilincinin geliştirilmesi, derslerin resmi tarih söyleminin dışına da çıkabilmesi gibi bir boyutu da var meselenin. Bu ülkede her siyasal kümenin farklı tarih anlayışı var. Kimilerinin tarihi 1923’ten, kimilerinin ki 1453’ten, kimilerinin ki de 1071!den başlıyor. Halbuki bu topraklarda beş bin yıllık tarihin yaşananları, savaşları, barışları da Osmanlıca dahil Kürtçe, Ermenice, Rumca tüm dilleri de bizim. Tarih eğitimini de dil eğitimini de tekçi devlet ideolojisiyle değil, toplumun çoğulculuğunu dikkate alarak tasarlarsak huzura ereceğimiz açık.

Mezar taşlarını, dedemizin fotoğraf arkası yazısını okuyamıyoruz, doğru. Öte yandan şu anda kendi dillerinden eğitim alamayan 7 milyon dolayında 18 yaş altı Kürt yurttaşımız var. Kürt komşumuza Kürtçe “günaydın” veya “merhaba” demeyi bilmiyoruz, öğrenme ve öğretme ihtiyacı da duymuyoruz. Şura’da bunları da tartışmıyoruz. Hatta çözüm süreci dediğimiz büyük hikayenin içinde bile doğru dürüst anadilinde eğitimi tartışmıyoruz.

Yapılacak şey eğitim reformunu, kültür devrimini doğru dürüst tartışabilmektir. Eğitimin, kültürün devletçi, tektipçi yaklaşımlarla neler başarabildiğini ya da nelere yol açabildiğini kendi tarihimizden de dünya tarihinden de birçok örneğiyle biliyoruz. Okullarda öğreteceğiniz şeyi çocuklar ister “hazır olda” dinlesinler, ister takkeleriyle dinlesinler, ister Osmanlıca öğretin, ister tarih öğretin, içerik tektiplilik ise, amaç bu günün devlet anlayışının “makbul vatandaşını” üretmek ise başarılı olma şansınız yoktur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

Türkiye "yeninin öncüsü" mü olacak: Batı’ya mı döneceğiz, Doğu’ya mı?

Türkiye küresel siyasi, ekonomik ve kültürel egemenlik savaşının da sanayi toplumunu aşacak geleceğin de etkin bir aktörü olabilecekse bir tarafın askeri ya da lideri olarak değil “yeninin öncüsü” ya da “yeninin kilit taşı” olarak bu rolü oynayabilir

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"
"